Pekiyi, ABC’nin kuruluş günleri… Nasıl bir ortamda gerçekleşti…
“Asıl mesleğimiz gıda üzerine olduğu için başta kurucumuz Bekir Demirayak’ın tavsiyeleri ile gıda sektöründe ne gibi çalışmalar yapabileceğimizi araştırmaya başladık. Ben her zaman alıp satmanın yanı sıra üretmenin gerekliliğine inanırdım ve bu nedenle bir marka yaratmanın arayışındaydım. Bakliyat sektörü bizim hiç de yabancı olmadığımız, bakkaliye dönemimizden beri içinde yer aldığımız sektördü. 1989 yılında ABC’nin ilk deneme üretimlerini gerçekleştirdik. Bir paketleme sistemi kurduk. Piyasaya ilk adımımızı atarken, bir marka olarak çıkmayı amaçladık. Soyadın bir marka olamayacağını düşündüğümüz için kısa söylemli, uluslararası telaffuzu kolay bir isim arayışına girdik. ABC ismi böylelikle gündeme geldi. 6 ay süren işlemlerden sonra ambalajlar hazırlandı, gerekli izinler tamamlandı ve ABC günde 5 tonluk üretim kapasitesiyle piyasaya adım attı. İlk zamanlar elbette büyük zorluklar yaşandı. Makinelerimiz ilk kurulduğunda ben de günlerce makinelerde çalışmak zorunda kaldım. Çünkü sistemi bilen kimse yoktu. Jelatin kullanımı yaygın olan bir ambalaj malzemesi değildi. Biz ilk üretimimizden itibaren sağlık kurallarına uygun yüksek standartta bir marka olmayı amaçladık. Bu yüksek maliyetli bir ambalaj malzemesi olduğu için kullanılmıyordu, ama biz kalite öncelikli olmak istiyorduk. Türkiye’de jelatin ambalajı kullanan ilk firmayız. İlk üretime başladığımızda 5 ya da 6 çeşit bakliyat paketliyorduk. Şimdi ürün gamımız 50’ye yaklaştı. Kapasitemiz ise günde 150 ton eleme ve paketleme seviyesine ulaştı. Ürün çeşitlerimiz arasına küp ve toz şekeri de ekledik.
Yeni bir markayı oluşturup, geliştirmek hayli zorlu bir süreç olmalı… Bakın, Şükrü Demirayak o günleri nasıl anlatıyor…?
“Kısa sürede çevre illerde markamız yaygınlaşmaya başladı. Daha sonra ikinci makinemizi ve ikinci hattımızı aldık. 1990 sonuna kadar üretimimizde sürekli artış kaydedildi.
Aslında bakliyatın merkezi olan bir bölgede olduğumuz için bizim işimiz kutuplarda buzdolabı satmak gibi bir şeydi. Anadolu’da bilindiği gibi bir imece usulü vardır. Köylerde yaşayan vatandaşlarımız şehirlerdeki yakınlarına bakliyat başta olmak üzere bir çok gıda maddesi gönderir. Pek çok evin bakliyat ihtiyacı böyle karşılanır. Ancak bu durum bizi yıldırmadı. “Alışkanlıklar değişecek” dedik. “Herkes Avrupa standartlarına mutlaka uyacak” dedik. Bugünleri gördük ve ambalaja önem verileceğini tahmin ettik.
Zor devreler elbette ki atlatıldı. 5 ton malla yüklü olarak satışa çıkan araçlarımızın 500 kilo satışla döndüğü oldu. Marketlerin ve bakkalların raflarını biz temizledik, biz düzenledik. Ambalajımızı, ürünlerimizi sürekli yeniledik. Dağıtım ve talep arttıkça 1991 yılında bayilikler vermeye başladık. İstanbul, Ankara ve İzmir’de bayiliklerimiz oluştu. İzmit’te, Bursa’da ve Çanakkale’de bayiliklerimiz oluştu. Yaygın marketlerin raflarında ürünlerimiz yer almaya başladı. Bu piyasada tutunabilmek için kendimizi kanıtlamamız gerekiyordu. Bilinen markalar vardı, ama aktif dağıtımı, promosyonu, aksiyonları bilen yoktu. Biz bunlara önem verdik. Profesyonelce bir yaklaşımla bilinen markalarla rekabet eder hale geldik. Firmamızın gelişimi açısından Onursal Başkanımız olan babamdan çok büyük destek gördüm. Beni sürekli fuarları ve teknolojiyi takip etmeye teşvik etti. Ben de öyle yaptım.
O halde…Türkiye’deki ekonomik yapının dalgalanmalarından nasıl etkilendi, bütün bu çalışma…
“Bakliyat tamamen tarıma dayalı bir sektör. Mesela bir çikolata yapsanız, bir bisküvi yapsanız bunda kullanacağız hammaddeler bellidir. Buna göre bir planlama yapabilir ve yılın 12 ayı standart üretimi sürdürebilirsiniz. Ama bizde hammadde sürekli değişim gösterir. Türkiye’de genelde yağmur tarımı yapıldığı için üretimde istikrar sağlanamıyor. O nedenle çoğu zaman ithalat devreye giriyor. Biz ürünlerimizde standardı koruyabilmek için bazen yurt dışından hammadde getiriyoruz. 1970’lerde tarım bakımından kendi kendisine yetebilen bir ülke olan ülkemiz bugün artık bundan çok uzak. Mesela pirincin yüzde 80’i yurt dışından geliyor. Tarımda yapılan desteklemeler yeterli gelmiyor. Yurt dışında kalitesi yüksek, maliyeti düşük üretim yapılıyor. Türkiye’nin ekonomisine bağlı olarak bakliyat sektöründe aşırı rekabet devam ediyor. Artık stoklama devri bitti. Türkiye’de özellikle son bir, bir buçuk yıldır bir tüketim daralması görülüyor. Bunun nedeni de faizlerin ucuzlamasıyla birlikte vatandaşın geleceğini borca endekslemiş olmasıdır. Türkiye’de ekonomi iyiye giderken, satın alma gücü iyiye doğru gitmiyor. Birinci sınıf ülkelerde kişi başına düşen para 25 bin ile 40 bin dolar arasında iken Türkiye’de hala 4–5 bin dolar civarında. Dolayısıyla ülkenin genel anlamda refahı, zenginliği artmak zorundadır. Bunlar da ülke yönetimine bağlı gelişmelerdir. İMKB’de dönen paranın yüzde 70’e yakını yabancı kaynaklı hale gelmiş durumda.”
Yalnızca yurt içi pazara mı hitap ediyorsunuz, ihracatınız da var mı?
“Ürünlerimiz ağırlıklı olarak Türkiye’de pazarlanıyor. Çünkü ABC yüksek standartlarda üretim yapan bir firma. Avrupalı insanın beslenmesi Türk insanınınkine benzemiyor. Avrupalı pilav, kuru fasulye yemiyor. Daha çok fast foot, donmuş gıdalar, sebze ağırlıklı beslenme rejimine sahipler. Avrupa’da yaşayan Türkler ve Ortadoğulular ise zaten oraya birikim yapmak için gitmiş insanlar. Bunlar da bizim elek altı dediğimiz düşük kaliteli ürünleri tercih ediyorlar. Bu nedenle Avrupa pazarını tercih etmiyoruz. Ortadoğu’da ise yine kalitesiz ürünler tercih ediliyor. ABC’nin standardı da o bölgeye yüksek geliyor.”
"Neden ihracatımız yok diye soruyorlar...Avrupalı''nın tamamen fast foodo ve dondurulmuş gıdaya dayanan beslenme alışkanlığı var,bizim oradaki Türkler de onlara uymuşlar.Ortadoğu''da da benzer şekilde beklenti kalitesi düşük...Bizim gibi bir kuruluş kalitesiyle var olmak zorunda,şimdilik bı işe giremiyoruz..." [gallery columns="4" link="file" ids="1743,1744"]